Sahip olduğu 2 bin civarında eserle binlerce yıllık tarihe ışık tutan Tunceli Müzesi, kütüphane, Alevilik, arkeoloji ve etnografya bölümleriyle ciddi bir turizm potansiyeli taşıyor.
Munzur, Hel, Yılan ve Sülbüs dağları arasında kurulu olan ve adeta saklı bir cenneti andıran kent, sahip olduğu doğal, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle yılın her döneminde çok sayıda yerli ve yabancı turisti ağırlıyor.
Son yıllarda devlet tarafından yapılan yatırımlarla spor ve kültür alanında da adından söz ettiren kentte, 1936'da Almanya ve Avusturya mimarisiyle yapılarak bir süre askeri kışla olarak kullanılan ve daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığının destekleri, Valiliğin girişimi sonucu geniş kapsamlı restorasyondan geçirilen Tunceli Müzesi yoğun ilgi görüyor.
Turizm açısından büyük öneme sahip olan ve 1800 metre avlu ile 5 bin 805 metrekare alandaki 4 bloktan oluşan müze, yazılı ve görsel alanların yanı sıra “Alevilik”, “arkeoloji”, “kütüphane” ve “etnografya” bölümleriyle ziyaretçilerini tarihi bir yolcuğa çıkarıyor.
Yöreye ait inanç ritüellerinin, bal mumu heykelleri kullanılarak sergilendiği müzede, kentin en eski tarihsel buluntularından taş aletler, pişmiş topraktan çömlekler ve çeşitli madenlerden yapılmış eserler dikkati çekiyor.
Sikke ve madeni paraların yanı sıra bölgenin yaklaşık 5 bin yıl önceki inanç kültürünü yansıtan özel kutsal ocakların da yer aldığı müze içerisinde, yerel kültürü yansıtan koç başlı ve taş mezarlar bulunuyor. Tarih alanında çalışan bazı akademisyenler de bu mezar taşlarından yola çıkarak, bilimsel araştırmalar gerçekleştiriyor.
Sadece arkeolojiyle ilgilenen ziyaretçilerin değil, geçmişe merak duyan herkesin ilgisini çeken müzede, sergilenen ve koruma altına alınan binlerce yıllık tarihi eser ve objeyle kentin kültürel mirasına sahip çıkılıyor.
“Tunceli arkeolojik açıdan Türkiye'nin en az çalışılan bölgesi”
Müze Müdürü Kenan Öncel, AA muhabirine, Tunceli Müzesi'nde 2015'te başlayan restorasyon çalışmalarının, 2019'da tamamlandığını söyledi.
Müzenin 25 Aralık 2020 yılı itibarıyla ziyaretçilerine kapılarını açtığını belirten Öncel, müze içerisinde arkeoloji, sikke, etnografya, geleneksel yöntemlerle tarım, flora ve fauna, inanç, mezar taşları, koç ve at başı biçimli mezar taşları ile Cumhuriyet döneminden oluşan 8 sergi alanının bulunduğunu aktardı.
Tunceli'nin arkeolojik açıdan Türkiye'nin en az çalışılan bölgesi olduğunu vurgulayan Öncel, “2015 yılında buraya Düzce Üniversitesinden gelen Yasemin Yılmaz hocamızla birlikte başlattığımız yüzey araştırmaları oldu. Bu yüzey araştırmalarıyla Tunceli'nin o gizli kalmış ve bilinmeyen arkeolojisi yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Çok kısa sürede çok fazla veri elde ettik.” dedi.
Öncel, müzenin kuruluşuyla birlikte kentte arkeolojik çalışmaları aktif bir şekilde sürdürdüklerini aktararak, “Elimize geçen veriler oldukça somuttu. O yüzden biz, Tunceli'nin tarihinin, Paleolitik dönemden itibaren kesintisiz bir şekilde bugüne kadar devam ettiğini belgeleyebildik. Bundan sonraki aşamalarda, yine bakanlığımızın izinleri ve finansmanıyla bölgede kazılar yapılabilir. Yüzey araştırmalarına destek verebiliriz ve bu tür bilimsel ve akademik çalışmalar da yapacağız.” ifadesini kullandı.
“Yeni ve Türkiye'nin en genç müzesiyiz”
Turizm sezonunu da heyecanla beklediklerini dile getiren Öncel, şunları kaydetti:
“Çünkü bizim ilk turizm sezonumuz olacak. Yeni ve Türkiye'nin en genç müzesiyiz, iddialıyız. Müzeciler ve çalışma arkadaşlarımız olarak her türlü altyapımızı hazırladık ve gelecek misafirlerimizi bekliyoruz. Müzemizde her döneme ait eserlerimiz var. Paleolitik çağdan başladık. 500-600 bin yıl öncesinden itibaren bu bölgede yaşamın olduğunu gösteren eserlerimiz var. Ayrıca müzemizde, Tunceli'de hem inançta hem de soyut kültürel mirasta yer bulan iki ocağımız var.”
Öncel, müzenin açılmasıyla birlikte akademisyenlerin bilimsel çalışmalar için kente yönelmeye başladığına işaret ederek, “Bu da aslında ilin ne kadar önemsendiğini gösteriyor. Tunceli eğitim olarak üst sıralarda olan bir il, ama bizim iddiamız, bu kent kültürde de Türkiye'de ilklere girecektir. Halk, kültüre çok ilgili ve meraklı. Müzeyi kendi hayatlarının içerisinde bir yer olarak görmeye başladılar.” diye konuştu.